Bir Milletin Küllerinden Doğuşu

Batuhan Güldiken Yazdı: Bir Milletin Küllerinden Doğuşu

Yayınlanma:
Güncelleme: 19 Mayıs 2021 16:13
Bir Milletin Küllerinden Doğuşu

 

İşgal altındaki İstanbul’da, Şişli’deki üç katlı pembe binanın bir odasında, gaz lambasının cılız ışığı altında toplanan altı kişi, üzerinde harita serili masanın etrafında ayaktaydılar. Gözleri çelik mavisi O dev başını haritadan kaldırdı ve “Vakit tamam! Umutsuz olmayacağız, uçurumun kenarındayız. Bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar. Son bir cüret belki kurtarabilir. Anadolu’ya geçiyoruz.”

         Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisi ardından Osmanlı Devleti’ne 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalatılmış, Osmanlı Devleti bu antlaşmayla toprakları savunmasız bırakılmış, orduları silahsızlandırılmak zorunda bırakılmış, işgallere açık hale getirilmiş, dolayısıyla parça parça paylaşılmasının önü açılmıştı. Böyle bir dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın Adana'dan bindiği tren 13 Kasım 1918 Çarşamba günü saat 12.45'te İstanbul Haydarpaşa'ya vardı. Atatürk, Haydarpaşa'da trenden inerken 61 parçalık İtilaf donanması İstanbul'u işgal ediyordu. Kaderin garip cilvesine bakın ki, işgalciler ve o işgalcileri kovacak olan Mustafa Kemal Paşa aynı gün, aynı saatlerde İstanbul'a gelmişti. O donanmayı üç yıl önce Çanakkale’de durduran Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa, Yaveri Cevat Abbas ve onları karşılamaya gelen arkadaşı Rasim Ferit ile Haydarpaşa’nın köşesinde bulunan çayhanede otururken o donanmanın İstanbul’u serbestçe işgaline tanık olacaktı. Ağzından şu cümleler döküldü: “Hata ettim! İstanbul'a gelmemeliydim. Bir an önce Anadolu'ya dönmenin çaresine bakmalı”. Saat 3’e doğru Kartal İstimbotuyla boğazdan karşıya geçerken, İngiliz ve Fransız bayraklarının dalgalandığı işgal donanmasına ait gemilerin arasında ilerlerken ise ağzından hepimizin bildiği şu önemli cümle döküldü: “Geldikleri gibi giderler!”

Mustafa Kemal Paşa, işgal İstanbul’unda bulunduğu altı aylık süreçte Anadolu’ya geçip direniş başlatmayı düşünmüş, bunun için güvendiği arkadaşlarıyla yüzlerce kez toplanarak kurtuluş planı hazırlamıştı.

Mustafa Kemal, resmi bir görevle Anadolu'ya geçmek için Genelkurmay'daki ve hükümetteki asker, sivil tanıdıklarını; Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey, Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Bahriye Nazırı Avni Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yı devreye sokmuştu. Bu kişiler, Anadolu'ya gönderilecek bir müfettiş arayan Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya Mustafa Kemal'i önermiş, Damat Ferit, birkaç kere Mustafa Kemal'le görüşüp “ordu müfettişliği” görevini yapabileceğine ikna olduktan sonra İngilizleri ikna etmişti.

Mustafa Kemal Paşa vatanı kurtarmak için her kapıyı zorlamış, kendi ifadesiyle “eski İttihatçılardan, işgal kuvvetleriyle beraber çalışanlara kadar birçok kimselerle” görüşmüş, 6 ay içinde İstanbul'da asker-sivil, yerli-yabancı, yurtsever, mandacı, işgalci, işbirlikçi, hatta –sonradan- vatan haini pek çok kişiyle görüşerek hem yurtseverlerin hem makam mevki sahibi kişilerin hem de düşmanın ve işbirlikçilerinin durumunu anlamak istemişti. Mustafa Kemal Paşa bu altı ay boyunca İngilizleri ürkütmeden direnişin alt yapısını hazırlamak için çok stratejik hareket etti. Padişah Vahdettin'in ve Sadrazam Damat Ferit'in tutuklanacaklar listesini İngilizlere verdiği o günlerde çok dikkatli olmalıydı. İngiliz merhametine sığınan Padişah Vahdettin'le birkaç kez görüşerek padişaha yakın olduğu izlenimi vermeye çalıştı. Bu sırada padişahın da ağzını arayarak neler düşündüğünü öğrenmeye çalıştı.

 

Mondros sonrası Samsun ve civarında da çıkan karışıklıklar, Rum çetelerine karşı Türklerin direnişi İngilizlerin dikkatini çekiyordu. Bunun üzerine İngilizler Samsun’a 200 kişilik bir askeri birlik çıkarmışlar, bu durum bölge halkının tepkisini çekmiş, 17-18 Mart gecesi Teğmen Hamdi Beyin askerleriyle birlikte direniş için dağa çıkması, işgalci İngilizler için bardağı taşıran son damla olmuştu.

21 Nisan 1919'da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Osmanlı Harbiye Nazırlığına bir nota verdi. Bu notada özetle Anadolu'da (Erzurum, Erzincan, Sivas, Bayburt) silahların toplanması işinin yavaş ilerlediği, bazı yerlerde şuralar kurulduğu, bunların asker topladığı, buna karşı “gereken her türlü önlemin derhal alınması, yoksa işin ciddiyet kazanacağı” belirtiliyordu. Calthorpe ayrıca Padişah Vahdettin'e, “Yüksek yetkilere sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir generalle 9. Ordu'yu disiplin altına almasını” söyledi. Etekleri tutuşan Osmanlı yönetimi, çok geçmeden “yetkili bir kurulla” Anadolu'ya gönderilecek “yetenekli bir general” aramaya başladı. Mustafa Kemal Paşa, aradığı fırsatı bulmuştu. Hem hükümette hem de genelkurmayda iyi ilişki kurduğu asker-sivil tanıdıkları, “yetenekli bir general” arayan Osmanlı yönetimine Mustafa Kemal Paşa’nın adını fısıldadılar. İstanbul'daki girişimleriyle hükümeti rahatsız eden, buna karşın İttihatçı olmayan, Alman karşıtı, Padişah Vahdettin'in fahri yaveri ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu'ya gönderilmesi düşüncesi Sadrazam Damat Ferit'in aklına yattı. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı: Hem hükümeti rahatsız eden bu “yetenekli general” İstanbul'dan uzaklaştırılmış olacak, hem de Anadolu'da İngilizleri rahatsız eden bir sorun çözülmüş olacaktı. Nihayetinde 29 Nisan 1919 Salı günü Mustafa Kemal Paşa’ya 9. Ordu Müfettişliği görevi verilmişti. 30 Nisan’da Padişah Vahdettin tarafından imzalanan atama kararı, 4 Mayıs’ta Bakanlar Kurulunda da kabul edilmişti. Mustafa Kemal Paşa görevin detaylarını öğrenmek için Genelkurmay'a çağrıldığında, Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla görüşerek yetkilerini biraz daha genişletmeyi başarmıştı. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşa'nın yanından çıkarken hissettiklerini 1926'da Falih Rıfkı Atay'a şöyle anlatmıştı: “Tarih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum tarif edemem. Bakanlıktan çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim.”

6 Mayıs 1919 tarihli talimatnameye göre 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa'ya verilen görev ve yetkiler şunlardı: 1. Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, asayişsizlik nedenlerinin belirlenmesi, 2. Silah ve cephanenin bir an önce toplanıp koruma altına alınması, 3. Şuralar para ve asker topluyorsa bunun kesinlikle engellenmesi, şuraların kapatılması. Talimatnameye göre Mustafa Kemal, “müfettişlik mıntıkası” olarak gösterilen 3. ve 15. Kolorduların egemenlik bölgelerine emir verebilecekti. Bu iki kolordunun alanı Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum ve Van illerini kapsıyordu. Mustafa Kemal'e verilen talimatta bunlara ek olarak Ankara (20. Kolordu), Diyarbakır (13. Kolordu), Bitlis, Elazığ ve Kastamonu illeri ile oradaki kolorduların da “müfettişliğin yapacağı başvuruları dikkate almaları” isteniyordu.

 

14 Mayıs 1919'da Sadrazam Damat Ferit, Nişantaşı'ndaki Sadrazamlık Konağı'nda Mustafa Kemal Paşa ile son bir görüşme yapmıştı. Görüşmede Cevat Çobanlı Paşa da vardı. Damat Ferit, “Samsun ve havalisinde ne yapacaksınız? Nerelere kadar komuta edeceksiniz” diye sordu. Mustafa Kemal, Samsun ve civarındaki karışıklıkları önleyeceğini, küçük bir alanı kontrol edeceğini söyledi. Cevat Paşa da araya girerek Damat Ferit'in kuşkularını dağıttı. Mustafa Kemal Paşa ile Cevat Paşa, Damat Ferit'in yanından ayrıldılar. Nişantaşı'ndan Teşvikiye'ye doğru hızlı adımlarla yürüyorlardı. Cevat Paşa, “Bir şey mi yapacaksın Kemal?” diye sordu. Mustafa Kemal, “Evet Paşam, bir şey yapacağım!” Cemal Paşa, “Allah muvaffak etsin!” dedi. Mustafa Kemal, “Mutlaka muvaffak olacağız” karşılığını verdi.

Mustafa Kemal, 15 Mayıs'ta Genelkurmaya veda ziyareti yaptı. Orada Fevzi Çakmak Paşa ve Cevat Çobanlı Paşa ile görüştü. Üç paşa birlikte hareket etmeye karar verdi. Aynı gün sabah saatlerinde Yunanistan, Truva Savaşı’ndan üç bin yıl sonra İzmir rıhtımından asker çıkardı.

İngiliz İşgal kuvvetlerinden alınan VİZE ile Samsun’a hareket hazırlıkları başladı. Mustafa Kemal Paşa, öğle saatlerinde Yıldız Sarayı’nda Padişah Vahdettin ile son defa görüştü. Oradan Şişli’deki evine geçip

annesiyle ve kız kardeşiyle vedalaştı. Tarih: 16 Mayıs 1919 idi… Bandırma Vapuru’nun Karadeniz'e çıktıktan sonra batırılacağına dair haberler vardı. Düşmanın tahmin ettiğinden farklı bir rota belirlendi. Mustafa Kemal Paşa, Beşiktaş'tan bir askeri motorla İstanbul Boğazı'na açıldı, Kız Kulesi açıklarında Bandırma Vapuru'na bindi. Artık dönülmez ve kutlu bir yolculuk için Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları (kurmay heyet olarak toplam 23 kişi, er ve erbaşlarla birlikte 48 kişi) Samsun'a doğru yola çıktı.

Bandırma vapuru 41 yaşında, 47.7 metre uzunluğunda, 6.83 metre genişliğinde, 4.27 metre yüksekliğinde, 50 beygir gücünde, 2 kez batmış, yeniden yüzdürülmüş, pusulası bozuk bir gemiydi.  Hırçın Karadeniz dalgalarına dayanabilir miydi? Deneyimli Kaptan İsmail Hakkı gemiyi iyi tanıyordu. Bandırma Vapuru’nun yükü çok ağırdı. Ülkemizin özgürlüğünü, bağımsızlığını, bayrağını ve de geleceğini taşıyordu.

Ulu Önderimiz ve beraberindeki heyet, üç gün süren zorlu bir yolculuktan sonra, 19 Mayıs 1919’da Türk Milleti’ni küllerinden yeniden doğuracak o kutlu adımı atmış, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmış, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi de fiilen başlamıştır.

19 Mayıs 1919 günü Türk Milleti olarak Millî Mücadelemizin ve Kurtuluş Savaşımızın başladığı gündür. 19 Mayıs; Türk tarihinin dönüm noktasıdır, Türk Milleti’nin küllerinden doğduğu ilk adımdır.                              19 Mayıs; ‘Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!’ diyerek inananların ve o inançla yola çıkanların günüdür.                                                                                                                         19 Mayıs; mandaya karşı çıkan Tıbbiyeli Hikmet gibi, İzmir’de işgalci Yunan’a ilk kurşunu atan 30 yaşındaki yurtsever gazeteci Osman Nevres yani Hasan Tahsin gibi, Bursa’da zeybeklerin yanında düşmanla yapılan çatışmalara katılıp 13 yaşında Gazi olan Osman, Tevfik ve Cemal gibi, Sakarya Savaşı’nda şehit düşen on beş bin askerimizden 17 yaşındaki Ramazan, 18 yaşındaki Bahri, 22 yaşındaki Mehmet Emin, 27 yaşındaki Aziz gibi, Sındırgı’da akıncı müfrezelerine katılıp düşmanın alnından vurarak şehit ettiği Gördesli Makbule gibi canlarını vatan toprağına siper eden genç fidanların kanıdır!

19 Mayıs; vatan toprağını şerefi sayıp, canını feda etme pahasına toprağını savunanların akıttığı kanı yerde bırakmayan Mustafa Kemal’dir!

19 Mayıs; bir toplumu esaret altında kalmaktan kurtaran, milletimizin ulus olmaya yönelik yazgısını değiştiren, yarınlarını aydınlatan, çağdaş ve uygar bir yaşama yönlendiren ve sonuçta tam bağımsızlığını sağlayan büyük Türk Ulusu’nun 102. ve kurtarıcısı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün 140. doğum günüdür.

Ne diyordu Mustafa Kemal: “Ben 1919 senesi Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün, elimde hiçbir maddi kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım. Samsun’dan Anadolu içlerine kırık bir otomobille gidiyordum... O kırık otomobil Anadolu içlerinde ilerlerken, ben daima düşünür ve yaverime ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyletirdim. Ben Türk ufuklarında bir gün behemehal bir güneş doğacağına, bunun hareket ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum. O marşı okutup tekrar ettirmekteki maksadım, Türk’ün bu güneşi doğunca, muvaffak olacağını anlatmaktı.” Elbette bu güneş doğacaktır, yakındır!

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e ve devrimlerine türlü nankör ve hain saldırılar yapanlar ve çağdaş, laik gençlikten korkanlar hep diğer Milli Bayramlarımız gibi 19 Mayıs’larımızı da görmezden gelmeye çalışsa da, Nisan 1919’da genç Mülkiyeli Cemal Edhem’in dediği gibi:

Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz,
Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.
Gül ki sen, neş’enle gülsün ay, güneş, toprak, deniz.
Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz…

Bugün hep birlikte tekrardan yetiştiğimizi haykıralım ve  ‘19 Mayıs ile başlayan, hepimize çok önemli görev ve sorumluluk yükleyen Gençliğe Hitabe ile biten’ Ulu Önderimizin ağzından kuruluşumuzun anlatıldığı NUTUK’u okumaya başlayalım, çevremize okutalım.

Bu aşkla ve bu heyecanla 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızın 102. Yılını kutluyor, Yüce Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum.

HABERE YORUM KAT
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum