Isparta Zeybeği’nin Kenar Süsü
Akdeniz’de mersin zamanı
Kimi toplumlar öte dünyaya göç eden yakınlarını mersin dallarıyla uğurlasalar da çoğu zaman en güzel halk türkülerinin kapısını açıverir mersin dalları. Isparta’nın içli, ağır zeybeğinde bir kadına duyulan ölümüne sevdanın içinde saklandığı ‘çevrenin’ kenar süsüne dönüşüverir…
Yusuf Yavuz Yazdı
Turuncunun sarıyı, sarının kızılı okşadığı Ekim, renkler, kokular ve seslerle çıkagelince o pencerelerden bir kaçı da açılıverir ardı ardına. Usul usul yılı ikiye bölen Kasım’ı çeker durur zamanın o durmak bilmez atları. Boz atlı Hızır’ın coğrafyayı adımlayacağı zamana kadar uykuya yatar Anadolu. İşte tam o zaman başlar Torosların Akdeniz’e bakan yamaçlarındaki bitmeyen karnaval. Pirnalın çama, çiğdemin sandal’a, siklamen’in kiriş’e, püren’in delice’ye sarılıp kireçtaşlarının sırtında adamakıllı delirdiği zamanlar…
Anadolu coğrafyası yılın her mevsimi başka pencereler açar üzerinde yaşayanlara.
Turuncunun sarıyı, sarının kızılı okşadığı Ekim, renkler, kokular ve seslerle çıkagelince o pencerelerden bir kaçı da açılıverir ardı ardına.
Orta Anadolu bozkırlarına bir ıssızlık çöker, Kastamonu ormanlarına ince bir sis. Doğu Anadolu yaylalarının alçaklarına buz yükseklerine kar iner usul usul. Mardin’de zeytin, Bitlis’te sumak kokusu. Hopa’nın sularında kıvıl kıvıl balıkları Karadeniz’in.
Hadim’de mayhoş bir alıç, Ermenek’te yağlı tulum peynirinin tadı gelir oturur, oturur da kalkmaz dilinden.
Usul usul yılı ikiye bölen Kasım’ı çeker durur zamanın o durmak bilmez atları. Boz atlı Hızır’ın coğrafyayı adımlayacağı zamana kadar uykuya yatar Anadolu…
İşte tam o zaman başlar Torosların Akdeniz’e bakan yamaçlarındaki bitmeyen karnaval. Pirnalın çama, çiğdemin sandal’a, siklamen’in kiriş’e, püren’in delice’ye sarılıp kireçtaşlarının sırtında adamakıllı delirdiği zamanlar…
Anadolu’nun karnı, uçsuz bucaksız bozkırlar derin uykuya dalarken etekleri ayağa kalkıp hora tepmeye başlar Toroslar’dan Ege’ye…
İşte tam o günlerde patlar o sarhoş edici kokularıyla her dem yeşil dalların arasından aklı karalı yemişler…
Kimi bahar der adına kimi murt. Ama ille de keskin ve uçucu kokusuyla akıllarda yer eden ‘mersin’ olarak anılır, her dem yeşil kalan bu değerli bitki.
Akdeniz’in doğal peyzajında özel bir yeri olan mersin, maki ailesinin en gösterişli üyelerinden biridir. Dört-beş metreye kadar boylanabilen mersinin mızrak ucu gibi sivri uçlu küçük yaprakları Hindistan’dan Akdeniz havzasına insanların en eski ritüel araçlarından biridir. Yaz ortasında ince dalların arasından patlayan binlerce minik havai fişek gibi açan ışıltılı çiçekler Ekim’le birlikte meyveye durunca maki ormanında sanki bir karnaval yeniden başlar. Kurdun kuşun sevinci, mersin dallarının coşkusuna tutunur.
Anamur'da muz, Köyceğiz'de mandalina, Erdemli'de limon kokusuna karışır murt'un sevinçli kokusu...
Çocukluğumun akıl çelen meyvelerini önce koklamak, sonra da cebime doldurup yol boyunca tane tane yiyebilmek için Köprüçay’ın kıyısından yürüdüğüm onca yolun anıları çıkıp geliverir birer birer. İkişer üçer yersen boğazına durur. Yemesi zordur mersinin. Yoğun şekerli zamane meyvelerine benzemez o. Özen ve ilgi ister. Yavaş yavaş çiğnemeli, sabırla yutmalı. Yoksa o büyülü tadına varmak imkansızdır.
Şifa istersen şifadır, dost istersen dost, yoldaş istersen yoldaştır. İnsanoğlunun soyluluk takıntısına kapılıp türlü öyküler uydurduğu da olmuştur mersine. Afrodit’in güzelliğinin sırrından, Adonis’in ve başka başka tanrıların, tanrıçaların bitmek bilmeyen seksist öykülerine kadar bulaştırılmış olsa da asıl Torosların çakır gözlü güzellerinin kulak arkasında rahat eder o. Kimi zaman da dağ köyünde kaynayan bir üzüm hoşafını içinde. Çünkü mersinin soyluluğu İskenderiye’de, Kandiye’de, Hanya’da, Korsika’da ya da Antalya kıyılarında iç içe yaşadığı halkın ona duyduğu yakınlıktan gelir.
Kimi toplumlar öte dünyaya göç eden yakınlarını mersin dallarıyla uğurlasalar da çoğu zaman en güzel halk türkülerinin kapısını açıverir mersin dalları. Isparta’nın içli, ağır zeybeğinde bir kadına duyulan ölümüne sevdanın içinde saklandığı ‘çevrenin’ kenar süsüne dönüşüverir:
“Evlerinin önü mersin/ Ah sular içmem kadınım tersin tersin/ Mevlam seni bana versin/ Al hançeri kadınım vur ben öleyim…”
Latincesi ‘Myrtus communis’, Farsçası ‘Mürd’ olan mersinin adı bu topraklarda binlerce yıldır değişmeden aynı biçimde söylenegelmiştir.
Antalya’nın Akseki ilçesine bağlı Murtiçi köyü adını bitkiden alır. Murtiçi olarak anılan bir çok başka yer adı da bölge halkının binlerce ortak yıllık botanik hafızasının devamlılığına işaret eder.
Antiseptik ve antibiyotik özelliği olan aromatik mesrin yaprakları, antik çağdan bu yana mutfaktan tıbba, kozmetikten sabun yapımına bir çok alanda kullanılmış. Bugün de halen pek çok bilimsel araştırmanın konusu olan bitkinin ağaç formuna ulaşabilenleri mobilyadan baston yapımına, mangal kömüründen çelenk süsüne kullanılagelmiş.
Günümüzde ise Burdur’un Bucak ilçesine bağlı Kocaaliler köylüleri mersin dalları, çam kozalağı ve diğer maki bitkilerinin meyvelerini kullanarak yaptıkları yılbaşı çelenklerini Avrupa’ya satarak yılda 6-7 milyon dolarlık gelir elde ediyorlar.
Bugünün enformatik cehalet çağında her bitkinin başka bir adla piyasaya düşmesi gibi mersin de ‘yaban mersini’ adıyla ve hiç de kendisiyle ilgisi olmayan türlerle anılıyor. Neredeyse kuru üzümü bile ‘yaban mersini’ diye etiketleyip yüksek fiyatlarla her bitkiden acil yardım talep eden insanlara satıyorlar.
Mersin, eski Mısır’dan antik Anadolu uygarlıklarına bir çok kültür ve inançta mersin dalları ölü gömme geleneklerinin de ayrılmaz bir parçasıydı.
Bugünün dünyasında her şeyin mekanikleşerek anlamını yitirmesiyle birlikte insan da coğrafyadaki karşılığını yitirdi. Bir başka deyişle içine doğduğu değerle kurulan binlerce yıllık bağlardan koptu. Geçmişte mersin yaprağının ya da püren kokusunun sağalttığı ruhları bugün ancak lüks bir otomobil anahtarı ya da pahalı bir telefon, tek taş pırlanta sağaltabiliyor.
Yine de bu kadim ‘çalı’yla atalarının ruhuna seslenenler yok değil bu koca coğrafyada. Torosların Yörükleri öte dünyaya göç ederek ulu çamların altında yatan atalarının mezarlarına yaptıkları ziyarete mersin dallarıyla gidiyor.
Antalya’nın Serik ilçesinde yaşayan Tahtacı Türkmenler ise her bayram arifesinde hakka yürüyen canlarını kucak dolusu mersin dalıyla ziyaret ediyor.
Makinin diğer türleri gibi yasal olarak hiç bir koruma statüsü bulunmayan mersin bitkisinin sorumlu toplayıcılık ve korunarak kullanılması durumunda bu toprakların insanına beşikten mezara kadar daha binlerce yıl yoldaşlık etmesi mümkün olabilir.
Yeter ki tek bir mersin yaprağın kokusunun bile bugünün dipsiz kuyusunda kaybolan insan belleğine atılan taş gibi halkalanıp ruhunu sağaltacak kıyıya çıkarmaya yeteceği unutulmasın…
Ah her Ekim’de salkım salkım yüreğime dizilen mersin dalları, Adonisten çalıp Türkmen kızının saçlarına taktım sizi…