Ne siyaset, ne gündem, ne ekonomi, ne OHAL, ne bu hal… Kimi zaman kendi halimizden dem vurmak lazım… İnsan halinden, can halinden…
Hayal dünyamızı bile karamsar renklerin sardığı kimi zaman, iki avucumuzun arasına aldığımız kafamızın içindekilerle; onların dışa vurumu arasında ki çelişkilerden söz etmek lazım belki de…
Yaşanan ya da yaşanıldığı zannedilen hayatın içerisinde kendimize ayıramadığımız zamana yetişme kaygısı mıdır bizi bizsiz bırakan diye düşünmek lazım belki de…
Kendimize dahi duyuramadığımız sesimizi, başkalarına duyurmaya çalışma çabamızı mı sorgulasak yoksa…
Aptal Puma Sendromlu bizler, neyin peşinden koşuyoruz, bunu mu düşünsek acaba?
Pumalar, avlarını yakalamak için gerçekleştirdikleri eylemin yani koşunun süresini avlarının cüssesine göre ayarlarlarmış. Yani, pumaların bir ceylan avını sonuçlandırmak için harcadığı zaman ve enerji ile bir tavşanın peşinde geçirdiği süre ve enerji aynı değilmiş.
Puma, oldukça akıllı bir hayvan. Bu nedenle de koşarken harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını aştığı takdirde koşmaktan vazgeçer ve yenilgiyi kabul ederek başka avlar aramaya girişirmiş. Yani kısacası elde edeceği ödülün, verdiği emeğe deyip değmeyeceğini kestirirmiş.
İşte “Aptal Puma Sendromu”, bunun tam tersini yapan insanların durumunu ifade etmek için kullanılan bir deyim. Bir tavşanın peşinden yıllarca koşan, sonra da yakaladığı avı bir çırpıda bitiren aptalları veya bu tip bir ahmaklığı ifade etmek için kullanılıyor. Bir başka ifade ile birçok insan, pozisyonları ile bağdaşmayan küçük şeyler peşinde ömür geçiriyor. Ceylan peşinde olması gerekirken, tavşan peşinde telef oluyor.
Sanki çok ömrümüz varmış gibi, sanki ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz çoğu zaman… Hovardaca kullandığımız zaman bize zarfı mazruftan* önemli kıldırıyor mu sizce de? Zarfa bakmaktan mazrufu görmüyoruz işte…
Ya konunun özünde boğuluyor, ya da teferruatın içinde kaybolup gidiyoruz. Anlık öfkeler ömürlük sevgilerin önüne geçiyor işte o zaman. Sahi, neden hep ötelediğimiz sevgi olur ki? Neden öfkemizi ötelemeyiz de sevgimizi ötelemeyi tercih ederiz hep?
Yaşadığımız her kaosun ardından sarıldığımız anti depresanlardan daha masum değil mi ki sevda sözcükleri, ömre ömür katan gülümsemeler, dertleri tasaları unutturan dokunuşlar…
Neyse; “hayatı sevmekten korkmayın” deyip güzel bir türküden, anlamlı bir beyitle bitirelim;
“çay taşı çakmaktaşı
yarimin çatık kaşı
çirkin ile bal yenmez
güzel ile taş taşı
elmasta koku olmaz
sevende uyku olmaz
seveceksen sev beni
bu kadar korku olmaz”
*Mazruf: Zarfın içine konulmuş, zarflı, mektup