Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Röportajı

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, anayasa paketinin halk oylamasında kabul edilmesiyle 50 yıllık bir utancı anayasadan silineceğini söyledi.

Geçen hafta AK Parti Grup Toplantısı'nda Başbakan Erdoğan tarihi konuşmalarından birini yaptı.

Konuşmasını duygulu sözcüklerle, sesi hıçkırıklarla titreyerek bitiren Erdoğan, 12 Eylül 1980'de, çoğunun suçu yeterince kanıtlanmadan darağacına gönderilen gençleri andı. Başbakan Erdoğan konuşmasında 12 Eylül'ün acılarını yaşayanlara örnek verirken özel bir isimden, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'dan da söz etti. Günay'ın darbe sonrasında tutuklandığı için babasının cenazesine katılamadığını söyledi.

Ertuğrul Günay o günleri konuşmayı gereksiz bulduğunu söyledi. Günay ile sadece siyaseti değil, Kültür ve Turizm alanındakı gelişmeleri de konuştuk. Günay, halk oylamasının 12 Eylül ile bir hesaplaşma olduğunu söyledi.

12 Eylül'de halk oylaması var. Paketi yeterli görüyor musunuz?
AK Parti olarak biz, bütün siyasi partilerin geçmişte telaffuz ettiği bir şeyi sözden eyleme taşıdık: 1982 Anayasasında oldukça köklü değişiklikler yaptık. Gerek sosyal devlet açısından kadınların, çocukların, engellilerin, gazilerin, şehit yakınlarının korunmasına yönelik, gerek hukuk açısından sivil yargının güçlendirilmesi, askeri yargının yetki alanının daraltılması gibi, HSYK seçiminin daha yaygın tabana oturtulması gibi, Anayasa Mahkemesinin seçimine milli iradenin katılması gibi... Ve en önemlisi 50 yıldan beri bizim anayasa hukukumuzda var olan bir ayıbı, utancı kaldırdık.

Nedir 50 yıldır korunan?
1960 Darbesinden sonra bizim anayasa metinlerimize giren ve 1982'de de aynen korunan "Darbe yapanlar sorgulanamaz, yargılanamaz, cezalandırılamaz" hükmünün kaldırılması. Bugüne kadar bir çok anayasa değişikliği yapıldı ama bu madde değiştirilmedi; kaldırılması telaffuz dahi edilemedi. Derinde bir yerde bir "Halaskar Zabıtan" kabulü var bizim aydınlarımızda, İttihatçılıktan gelen. Halbuki bu, Atatürk Cumhuriyetine karşı çok ciddi bir saygısızlıktır. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk en kritik günlerde bile parlamentoyu kapatmamıştır. Atatürk Cumhuriyetine 1960 Darbesi'yle son verildi; 1982 Darbesiyle son verildi. Ama bu arada kimse "Darbecileri yargılayalım; bu, demokrasiye ve cumhuriyete karşı işlenmis bir suçtur," demedi.

Bu açıdan Geçici 15. Maddenin kaldırılması çok simgesel özellik taşıyor. Darbecilerin yargılanmasını engelleyen Anayasa maddesi -ki 30 yıl sonra değil, 50 yıl sonra- kaldırılmıştır ve bunu AK Parti yapmıştır. Ben toplumun bu paketi doğru okuyacağını ve Halkoylamasında gereken desteği vereceğini düşünüyorum.

AK Parti'ye eleştiri var: "Geçici 15. Madde kaldırılıyor, ama 1980 Darbesini yapanlar yargılanamıyor," diye. Bu maddenin kaldırılması işe yaramayacak mı?
Bir hukukçu olarak, anayasa değişikliği halkoyundan geçerse 1980 Darbesini yapanların yargılanabileceklerini düşünüyorum.

DARBECİLER YARGILANABİLİR
Nasıl olacak bu? Bu maddenin görüşmelerinde hükümet adına komisyonda oturdum ve bu görüşlerimizi hükümet adına tutanağa geçirdim. Savunduğumuz tez şudur: 1980'de darbe yapılarak işlenmiş suçun takibi, 1982 Anayasasına hüküm konularak engellendi. Yani zaman aşım süresi kesintiye uğradı, çünkü anayasal engel vardı. Şimdi paket halk oylamasında kabul edilirse, bu engel ilk defa kalkıyor. Ve zaman aşımının işlemesi yeniden başlıyor. Bizim tezimiz budur: 1980 Darbesini yapanlar için zaman aşımı süresi dolmamıştır.

Parlamentoda başka bir tez ileri sürdüler: "Zaman aşımı dolmuştur. Anayasaya hüküm koyalım; zaman aşımı ihdas edelim," diye...

Bu öneri hukuk bilmemektir. Zaman aşımının dolduğu kabulünden yola çıkarsanız, anayasaya yeni hüküm koyarak onu yeniden ihdas edemez, geçmişe yürürlülük sağlayamazsınız. Bu hukuktan anlayamayan ve işe hile katmaya çalışan bir bakış açısıydı. Biz görüşümüzü tutanaklara geçirdik. Parlamento o görüşü kabul etti. Yasa koyucunun iradesi bu yöndedir; zaman aşımı dolmamıştır.

TAKİPÇİSİ BEN OLACAĞIM
Siz bunun takipçisi olacak mısınız? Sadece ben değil, birçok insan bunun takipçisi olacaktır. Bunun takipçilerine karşı yargı ne karar verecek? Bugün TBMM demokrasiyi koruma konusunda, hukuk devletini koruma konusunda önemli bir adım attı. Umuyor, diliyor ve inanıyorum ki millet de bunu onaylayacaktır. Ondan sonra yargı karar verecek. Meclisin iradesi millet tarafından onaylanmış olacak. 'zaman aşımı dolmamıştır' diye. Ondan sonra yargı aynı demokratik hukuk devletini koruma kararlılığını gösterebilecek mi, gösteremeyecek mi, onu göreceğiz.

Kendine "sosyal demokrat" diyen CHP, halkoylamasında da 'Hayır' diyor. Ne düşünüyorsunuz?
Türkiye'de sağ/sol kavramları yerlerine oturmadı. Bunu daha önce de sizinle konuştuk. Sol ve sağ kavramlarının bizim düşünce dünyamızı tam tarif etmediğini 15 yıl önce yazdım ve anlattım. Türkiye'de sol ve sağ kavramlarıyla baktığınız zaman akıl karışıyor. Bence bu iki kavram yerine 'statükoculukla' 'değişimcilik'; 'tutuculukla' 'yenilikçilik' kavramları daha iyi açıklıyor Türkiye'yi. Şu anda siyasi partiler yelpazesine ancak bu kavramlar içinde baktığınızda onları bir yere oturtabilir ve analiz yapabilirsiniz. Şu anda Türkiye'de bir dolu parti tutucu safta, AK Parti ve onun çevresinde bazı sivil toplum örgütleri, halk ve halkla bütünleşmiş aydınlar değişimden, yenilikten yana.

TSK İç Hizmet Kanunun 35. maddesinin değiştirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kimse yasalarda imkan olduğu için darbe yapmıyor. Darbe çok başka bir şey. Hiçbir yasada parlamentoyu kapat, anayasayı kaldır, başbakanı as diye bir şey yok. Askerin görevi "Güvenliği sağlayacaksın; milletin. yani parlamentonun sana verdiği direktifleri uygulayacaksın." 35. Madde elbette yeniden yazılabilir ama, maddenin özü cumhuriyetin ve bağımsızlığın korunması amacına yöneliktir; devrilmesine değil.

YENİ ANAYASADAN VAZGEÇMEDİK
Pakete 'Hayır' diyenlerin bir kısmının gerekçesi de yeni bir anayasa olmaması. AK Parti vaz mı geçti yeni anayasadan?

Bu konuda biz özeleştiri yapmak gerektiğini düşünüyorum. Biz 2007'de yeni bir anayasa vaat etmiştik, yeni bir çalışma başlatmıştık. Bence devam etmeliydik. Fakat taslakla ilgili öyle haksız tartışmalar oldu ki, o zaman geri durduk. Oysa vaz geçmemeliydik. Şimdi anayasa konusunda bir değişiklik sözü verdiğimiz için sınırlı bir paket getiriyoruz. Ama elbette özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, tümüyle evrensel hukuk kurallarına dayalı ve TBMM eliyle yeni bir anayasa mutlaka yapılacaktır. Bu 2011 seçiminde gündeme gelecektir ve AK Parti yine buna öncülük edecektir.

Yeni anayasa diğer partilerin programlarında da var. Neden olmadı şimdiye kadar?
Garip bir siyasi inatlaşma denilebilir. Ancak, MHP'nin ideolojik bir karşı duruşu olduğuna inanıyorum, çünkü MHP yönetim zihniyeti özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı değil. O soğuk savaş mantığı üzerinden devam ediyorlar. CHP'nin karşı çıkışı ise biraz psikolojik. CHP daha önce vaat etti bunları. Anayasa değişikliği, köklü reformlar, insan hakları konularında bir açılım vaat etti, önceki program metinlerinde. Fakat ne yazık ki toplumun değerleriyle barışık bir söylem kullanmadığı için sürekli muhalefette kaldı, küçüldü ve öyle devam ediyor. Şimdi 2002'de doğan yeni bir siyasi hareket geldi, dört genel seçimi kazandı ve köklü yenilikler yapıyor. CHP'nin üst yönetim kademesinde inanılmaz bir kıskançlık var. Bana bunu bire bir itiraf edenler, "Evet, doğru şeyler yapıyorsunuz, ama siz yaptığınız için içimize sindiremiyoruz," diyenler var. Türkiye şu anda soğuk savaş kalıntısı devletin ve eskimiş bir zihniyetin kabuklarını kırmaya çalışıyor. Daha çoğulcu, katılımcı, bireyi de, toplumsal dayanışmayı da önemseyen yeni bir yapıya kavuşmaya çalışıyoruz. Soğuk savaş kadroları ve soğuk savaş kalıntıları direniyor. Ama Türkiye, eninde sonunda yenileşmeyi, demokratikleşmeyi başaracak. Milletin çektikleri yanında benimkini anmaya değmez

Başbakan'ın konuşmasındaki duygusallık birilerini neden bu kadar rahatsız etmiş olabilir?
Başbakan'ı eleştirenler, millet büyük ıstıraplar, sıkıntılar, acılar yaşarken hiç gözyaşı dökmemiş, hiç duygulanmamış, hiç sesi titrememiş siyaset adamlarının geleneğinden, çizgisinden geliyorlar da ondan. Türkiye'nin yakın siyasi tarihine bakın neler yaşandı? Bir dolu lider vardı ki, sırt sırta duruyorlardı cenazelerde, göz pınarları hiç dolmadı, sesleri hiç titremedi bunların. Sayın Başbakanın sesinin titremesini, gözlerinin dolmasını eleştirenler o duygusuz siyasetçilerin artıkları. İnsanlar duygulanır. İnsan gözyaşı döker, sevinir, üzülür. Ben aynı saatlerde Bayburt'un Baksı köyündeydim. Prof. Hüsamettin Koçan gurbetçi babasını beklediği tepeye bir müze yapmış. Açılış töreninde bunu anlattı. "Gurbetçi babamı beklediğim tepeye" dedi ve benim gözüm doldu. Sevinçten ve o anlatımın duygu yoğunluğundan. Aynı anda Başbakan da öldürülen çocukların mektuplarını okuyormuş ve ağlamış. Yürek taşıyan insanın bu tür olaylar karşısında nasıl sesi titremez, nasıl yüreği, gözleri dolmaz? Bunlar nasıl insan ki, gözü dolan birini ağladı diye, anlayamıyor, alaya almaya çalışıyorlar. Vah, insanlık adına! Ülkem için üzülürüm ki, bu insanlar bizim toplumumuzda politika yapıyorlar. Ağlamayı duygulanmayı, gözyaşı dökmeyi yadırgayanlar. İnsan sevmeyen birisi niye politika yapar Allah aşkına. Politika insanı severseniz yapılacak ve ancak o zaman saygı duyulacak bir istir.

Aynı konuşmada sizi de andı Başbakan. Babanızın cenazesine katılamadınız, tutuklu olduğunuz için...

Tutuklanmam babamda büyük bir etki yaratmış olmalı. Çok vakur ve sessiz bir insandı. Her şey birkaç ay içinde oldu. Şok ve rahatsızlık. Bütün bunlar o tutukluluk sürecinde oldu ve kayboldu gitti kendisi. Hayatımın en büyük acılarından birisidir. Ama benim yaşadıklarım, milletin yaşadıklarının yanında anılmaya bile değmez. Sayın Başbakan bir zarafet gösterdi. Mağdurlar arasında benim de ismimi saydı. Ben davamı Allah'a havale ettim. Onun için bu konuda tartışmayı sürdürmekten yana değilim.

DIŞ POLiTiKA TURiZME DE YARADI
Turizm denince akla deniz, kum, güneş geliyor. 12 bin yıllık tarihi geçmişi var. Burada bir ihmal söz konusu mu?
Türkiye'nin inanılmaz bir tarih zenginliği var. Ama geçmiş yıllarda çok büyük bir ihmalin, hatta bir tahribatın olduğuna üzülerek katılıyorum. Arkeoloji açısından, yakın tarihin örnekleri açısından çok önemli değerlerle dolu bir toprakta yaşıyoruz. Ama yakın zamana kadar bunları tahrip etmeyi ve bu tarihi yıkıp ranta dönüştürmeyi beceri saymış bir çarpık ekonomi anlayışından bugünlere geldik. Şimdi bu tahribatın izlerini silmeye ve bu geç kalmış zenginliği ortaya çıkarmaya gayret ediyoruz.

Ne zamandan bu yana ve bu yeterli olacak mı?
Son 10 yıl içinde bu tür tahribatlarda ciddi bir azalma olduğunu söyleyebilirim. Çünkü son yıllarda tarihi eserlerin korunması konusunda hem çeşitli yasalar çıktı, hem de bir ölçüde duyarlılık artmaya başladı. Bugünkü mevzuata göre tescilli bir tarihi eseri şu anda yaksanız da, yıksanız da yerine onun yapısına aykırı bir şey yapamıyorsunuz. O yüzden artık yakmak yıkmak gibi yöntemler bugün için geçerli değil; ama eski dönemlerde ne yazık ki geçerli olmuş. 2005'te çıkarılmış olan bir yasa, tescilli tarihi kültürel varlıkların restorasyonu için özel idarelerde bir kaynak ayrılmasını öngörüyor. Bu da tarihi dokulara sahip çıkmak konusunda belediyelere imkan sağlamak yolunu açtı. Son dönemlerde eğer yıkılmaktan yakılmaktan kurtulmuş bir yapımız varsa, o yapıları restore etmeye çalışıyoruz, tekrar kamusal fonksiyonlarına, sosyal fonksiyonlara kavuşturmaya çalışıyoruz.

HEDEFİMİZ KÜLTÜR TURİZMİNİ GELİŞTİRMEK
Turizm politikası artık kültürü de içine alacak şekilde değişiyor. Türkiye iddialı bir turizm ülkesi. Dünyada ziyaretçi sayısı itibariyle yedinci sıradayız. 2009'u dünya eksiyle kapatırken, Türkiye artıyla kapatabilen az sayıdaki ülkelerden birisi. Ama gelenlerin çoğunluğu İzmir-Antalya kıyı bandına geliyor. Anadolu içlerine gelenlerin sayısı son derece az. Oysa, Anadolu'nun içlerinde çok önemli tarihsel varlıklar var. Bizim yeni konseptimiz, kültür varlıklarımızı turizmin içine katmak. Türkiye önemli bir turizm ülkesi, ama esas itibariyle kıyı turizmi yapıyoruz. Soğuk Avrupa'nın, sıcak deniz kıyıları olmanın avantajlarını kullanıyoruz. Halbuki artık sadece soğuk Avrupa ülkelerinin insanları değil, dünyanın her tarafından insanlar gezmeye başladı. Japonya'dan Amerika'ya, Afrika'dan Asya'ya kadar çok sayıda insan kendisine uygun yeni 'destinasyonlar' arıyor. O yüzden Türkiye'nin turizm sunum yelpazesini geliştirmeye ve kültürel varlıkları da turizm sunumu içine sokmaya çalışıyoruz. Çünkü kültürel varlık ve değerler dünyada daha kültürlü ve daha yüksek gelir grubundan olan turistlerin ilgi alanında. Bunun dışında, termal kaynaklarımız var. Sağlık turizmi, golf turizmi, kış turizmi, yat turizmi, kongre turizmi gibi farklı kesimlere hitap eden yeni ürünlerle turizm pazarımızı genişletiyoruz.

Hedef nedir? Amacımız bir yandan sayıyı artırmak (27 milyonu 30, 40, 50 milyona çıkarmak), bir yandan da gelen insanları Anadolu'nun içlerine çekmeye çalışmak. Turizmi yaz algısından çıkarıp mevsimlere ve Türkiye coğrafyasına yaymak istiyoruz. Hem turist sayısını, hem de kişi başına geliri artırmak istiyoruz. Bu yüzden de turisti otelinden çıkarıp olabildiği kadar sokağımıza, hayatımızın içine katmak istiyoruz.

Şu an hedeflere ulaşılıyor mu? Artış oranında dünya ortalamasının üzerindeyiz, şu anda. Birkaç yıldır böyle devam ediyor. Geçen yıl kriz olmasına rağmen, yine böyle devam etti. Bu yılın ilk 6 aylık rakamlarına göre yüzde 10 üzerinde artış var. Böyle giderse yılı iyi bir sonuçla kapatacağız.

Türkiye'nin dış politikasındaki gelişmeler nasıl etkiliyor turizmi? Ülkenin AK Parti döneminde sürdürmeye çalıştığı dış politika çizgisi, Türkiye turizminin gelişmesine önemli katkı yaptı. Tabii Türkiye'nin ulaşım ağındaki başarıları, ekonominin gelişmesi, hayat standartlarının gelişmesi elbette büyük katkı yapıyor, ama dış politikanın da özel bir katkısı var. Hatırlayın 10 yıl kadar önce Türkiye dört tarafı düşmanla sarılı, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur," edebiyatıyla içine kapatılmış bir ülkeydik. Şu anda bütün çevremizde dost olduğunu varsayıyoruz ve buna uygun politikalar geliştiriyoruz. Soğuk savaş döneminde bir numaralı korkulu komşumuz, simdi bizim en önemli partnerimiz. Bu yıl, 3 milyona yakın ziyaretçi gelmesini bekliyoruz Rusya'dan. Yunanistan'ın ekonomik krizinde yardıma herkesten önce biz koştuk. Sayın Başbakan 8 bakanla gitti. Şimdi Yunanistan'la uzak ülkelerden gelenler için ortak 'destinasyon' programları yapıyoruz. Bulgaristan'dan, İran'dan, Suriye'den çok sayıda insan geliyor. Bütün komşularımız ortalama artışımızın birkaç kat üstünde artışımıza katkı yapıyorlar.

THY ÖNEMLİ İŞLER YAPIYOR
Ulaşım ağındaki başarılar dediniz. Burada THY'nin rolü var mı? İçeride, iki yıldır erken rezervasyon kampanyası yaptık. Ardından yüzde 40 artış yaşandı. Oteller bununla ilgili ciddi bir yoğunluk görmeye başladılar. İçeride Türkiye'nin her tarafına uçakla gidip gelebiliyorsunuz. Otobüs fiyatına uçakla çok sayıda merkeze uçulabiliyor, Antalya'dan Trabzon'a gibi. Ayrıca THY dünyanın yükselen hava yollarından birisi. Ekonomik krize rağmen dünyada kapasite arttıran, kâr eden, yolcu sayısını arttıran çok az sayıda hava yolundan biri. Uzak merkezlere direkt uçuş var ve uzak destinasyonlara çok sayıda uçuşlar gerçekleşmeye başladı. Çin'e sanırım 14 uçuş vardı haftada, bu 25 uçuşa çıkıyor. Aynı şey Japonya için de geçerli. Sefer sayısı 2 katına çıkıyor, bu gelen yolcu sayısının da 2 katına çıkması demek. Turizme dış politikanın katkısı gibi, THY'nin de özel bir katkısı var. Ayrıca sivil havacılık da gelişti Türkiye'de son yıllarda. 5-10 yıl öncesine göre sivil havacılık bugün çok bir ciddi sektöre dönüştü. Bu alanda da arkadaşlarımız çok başarılı ve özverili çalışmalar yapıyorlar ve Türkiye turizmini hep birlikte daha yukarılara taşımaya çalışıyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Türkiye Haberleri