Her dem dünya yeniden yapılanıyor. Türkiye’mizin de içinde yer aldığı coğrafya medeniyetler havzası olarak merkez ülke olma yolunda ilerliyor. Tarihi ve sosyolojik birikimimizin çizdiği sınırlar küre üzerinde önemli bir alana karşılık geliyor. Söz konusu alanlar önemli stratejik noktalarımız. Daha da ötesinde küresel sistemde enerji, ticaret ve bilgi hatlarının kesişme noktası olma yolunda ilerleyen bir Türkiye var. Kuşkusuz her ülke gibi Türkiye kendi kaderini yaşamakla mükellef olacaktır. Ancak bin yıldır bu topraklara hizmet ile görevlendirilmiş bir kadim geleneğin yeniden, su gibi kendi yatağını bulması için yapılması gerekenler henüz tamamlanmış değil. Bu topraklara hizmet eden medeniyet şuuru, insanlığın çıkmaza düştüğü 21. yüzyılda yeniden canlanma ve parlama yolunda daha fazla gayret göstermek zorunda. Zihniyet, zaman, mekan ve insan ilişkisindeki biraradalık ve kültür kavramlarının çizdiği yeni Türkiye, eksenini daha sağlam temeller üzerine kurma yolunda ilerlemek durumunda...
Bugünkü Türkiye’nin bölgedeki ve dünyadaki konumu on yıl öncesine oranla daha güçlü bir biçimde yerleşiyor. Yeni Türkiye’nin değiştiğini, rol-model ülke konumuna geldiğini, stratejik ortaklıklar ve işbirliği adımlarını görmek ve bu süreci daha kurumsal hale dönüştürmek gerekiyor. Heyezanlardan, korkulardan ve iç çekişmelerden uzak birliktelikler daha belirgin hale geliyor. Üreten, demokrasisini güçlendirme yolunda adımlar atan ve insan merkezli çalışan yeni bir Türkiye var karşımızda. Yeni Türkiye’nin üzerine yükseldiği değerler, aynı zamanda çevre coğrafyaların da öncü değerlerini ifade ediyor: Özgürlük, adalet, onurlu bir yaşam, demokratik temsil, insan hakları, çoğulculuk, kalkınma, adil paylaşım, bölgesel işbirliği…
Yeni Türkiye siyasi ve ekonomik krizlerin yaşandığı pazarlarda iş yapmaya ve katma değer üretmeye devam ediyor. Toplumsal mobilite imkânlarının sağladığı küresel iş yapma becerisi yerleşik merkez ve başkentler algısını yerle bir ediyor. Geleneksel diplomasiyi değiştiren ve aktif kılan sivil toplum örgütleri, müteşebbis gruplar, basın, eğitim kurumları, bilim ve teknolojik yapılar dinamik bir uluslararası ilişkileri kaçınılmaz kılıyor. Atıl kalmış küresel ve kültürel tasavvurun yeniden canlandığı ve Anadolu’ya özgü biz tasavvurunun küresel ölçekli hayata geçirilmesini ifade eden bir dönüşüm yaşanıyor…
Yeni Türkiye’nin 1980 sonrası dönemde uluslararası sistemi altüst eden kırılma noktalarını anlama ve bir politika geliştirmesi yönünde çabası var. Savaş dönemini sona erdiren Sovyetler Birliğinin dağılması, 11 Eylül saldırıları, 2008 küresel finansal kriz ve 2011 Arap Devrimlerinin farklı boyutları coğrafyalar üzerindeki etkilerini sürdürüyor. Yaşanan küresel değiştirici ve dönüştürücü süreçler dünya sisteminde yeni tehdit ve fırsat alanları sunuyor. Güvenlik eksenli bir Türkiye’den özgürlük ve sivillik eksenli bir Türkiye için atılan adımlar daha fazla anlam buluyor.
Yeni Türkiye’nin geniş bir coğrafyada, farklı aktörlerle, farklı dinamikleri dikkate alarak bir dış politika izlemesi bir zorunluluğa dönüşmüş durumda. 1 Mart tezkeresinin reddiyle Arap ve Kürtlerle savaşmayı değil, barışı, açılımı ve paylaşmayı tercih eden Türkiye doğru yolda ilerliyor. İçerde ve bölgesinde daha fazla insan, daha fazla özgürlük ve daha fazla zenginleşme diyen yeni Türkiye’nin açılımları ilgiyle izleniyor. Ancak Yeni Türkiye’nin demokrasi yolunda önünde aşması gereken sivil bir anayasa süreci ve başkanlık tartışmaları bulunuyor…
Sivil anayasa tartışmalarının gölgelenmeye çalışıldığı bir ortamda, konunun daha tarihsel ve daha geniş bir perspektiften ele alınmasına ihtiyaç duyuluyor. Nitekim soğuk ve sevimsiz menfaat jeopolitiği ile bu coğrafyanın anlaşılmayacağı açıktır. Kendi kültürü, insanı ve tarihiyle barışık olmayan ve kodlanmış çıktılarla beka bekleyenler, hayal dünyası içerisinde görünüyorlar ve toplumsal sorunlara çözüm üretemiyorlar. Belki yapılması gereken bu coğrafyadaki kavramlara yüklenmiş manaları yeniden sorgulamaktır. Kültürün, ekonominin ve siyasetin yeniden tanımlanacağı bir süreç aslında küresel ideolojinin hegemonyasının bir reddi ve kadim değerlerin yeniden inşasına fırsat tanıyabilir. Gerçekte sivil anayasa, dün ve bugün arasındaki bağları yeniden keşfedecek olan bir manivelaya dönüşebilir. Diğer bir ifadeyle “sosyal genetiğimizi” anlamadan sorunlarımıza kalıcı çözüm üretemeyeceğimizi bilmemiz gerekiyor. Sivil anayasa çabaları, hepimize ait olanın tekrar hepimize ait kılınma sürecidir. Sivil anayasa çabaları, hem herkese ait, hem de herkesin özel ve mahrem dünyasına ait bir demokrasi yürüyüşüdür aslında. Gereksiz korkulardan ve manası kalmamış risklerden arınmak vakti belki de…
Görünen o ki; Türkiye fiziki bir ulus-devlet sınırı içinde, ulus üstü bir yönetişim ve hizmet aklını geliştirmek mecburiyetinde bulunuyor. Türkiye’nin 21. yüzyılda var olması ancak böyle bir aklın geliştirilmesini gerekli kılıyor. Türkiye’nin, küresel yeni dizaynın belirleyici aktörü olabilmesi için tarihini ve bu topraklarda verilen tarihsel mücadelelerini yeniden derinlemesine incelemesi gerekiyor. Yeni bir coğrafi tasavvur, yeni bir küresel algı ve indirgemeci ve daraltıcı haritaların dışında olma ve düşünebilme zorunluluğu bulunuyor. Zira tarihi ve jeopolitik dinamikler bin küsür yıllık ortak tarihi, tecrübeyi, kültürel etkileşimi ve medeniyet inşasını, diğer bir ifadeyle Türkiye'nin yeniden büyümesini ve genişlemesini dayatıyor...
Yeni Türkiye’yi Anlamak
Doç. Dr. Suat Kolukırık Yazdı...
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.